22 Mayıs 2017 Pazartesi

LIT210-Roman İncelemesi (Beyaz Geceler-Dostoyevski)

Beyaz Geceler
Yazar: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Çeviren: Mehmet Özgül
İletişim Yayınları, İstanbul-4. Baskı, 2017
Sayfa sayısı: 118

Özet
                Hikâyenin ana karakteri olan yazar, Petersburg’da yalnız yaşar. Yirmi yedi yaşındaki yazarın şehirde hiçbir arkadaşı yoktur. Bu duruma yakınsa da, şehrin içinde sıklıkla gezmesine sebep olan bu durum; şehri ile bir arkadaşlık kurmasına yol açar. Sokaklardaki binalar, kendi rutinleri içerisinde belli saatlerde belli yerlerde olmaları gereken insanlar (tıpkı binalar gibi), yazarın arkadaşı olmuş ve ona bu gezilerde ziyaret edilecek yerler ve selam verilecek yakınlar olarak görünmeye başlamıştı. Bu durum, yazın gelmesi ve dolayısıyla Petersburg sakinlerini neredeyse hepsinin şehri terk etmesi ile sona erer. Şehir artık yazara kalmıştır. Her ne kadar, bu insanlar ile diyalog kurmuş olmasa da, onların gidişi yazarın yalnızlık duygusunu artırır. Böyle bir dönemde yine şehri turlarken şehrin dışına çıktığını fark eden yazar, kırlara ve ormanlara doğru yürüyüşe çıkar. Yürüyüş sonrası keyfi yerine gelmeye başlar. Gece yarısının gelmesi ile eve dönen yazar nehir kenarında, ağlayan bir kız görür. Daha önce kadınlarla diyalog kurmamış olmasına karşın onunla konuşmaya çalışır ancak kız onun bu hamlesini görünce, hızlıca yürür ve ondan kurtulmak için yolun karşısına geçer. Bu hamle ile kızın kendisinden korktuğunu düşünerek onu takip etmeyi bırakır. Ancak kızın takip eden bir adam dikkatini çeker. Adam kızın kolundan yakalayınca da, yazar seri bir hareket ile onlara yaklaşır. Yazarı gören adam panikler ve oradan uzaklaşır. Kızı kurtaran yazar, ona evine kadar eşlik eder. Kız yazardan etkilenmiş, yazar ise kızdan hoşlanmıştır. Yazar kızın neden ağladığını öğrenmek ister ancak kız onu tanımadığını bahane ederek anlatamayacağını ancak yazarın nasıl biri olduğunu öğrenirse ona anlatabileceğini söyler ve böylece bir sonraki gün, aynı saatte buluşmak üzere sözleşirler.

                Ertesi gün yazar büyük bir heyecan ile akşamın gelmesini bekler ve saat geldiğinde aynı yerde buluşurlar. Kızın adının “Nastenka” olduğunu öğrenir. Yazar hikâyesini anlatmaya başlamadan kız onu kendisine âşık olmaması için uyarır, çünkü âşık olması durumunda arkadaşlıklarının bitmesin gerekeceğini söyler. Yazar, kıza kendi yaşam hikâyesini tıpkı “kitaptan okur gibi”, etkileyici bir üslupla anlatır. Bu anlatılanlar Nastenka’yı etkilemiştir çünkü kendisi de yazar gibi yalnızlık çekiyordur ve benzer düşüncelere ve duygulara sahip olmaları birbirlerinden daha da çok etkilenirler. Yazar kıza onu hiç bırakmayacağını ve hep yanında olacağını söyler. Böylece bir sonraki gün için tekrar ancak bu sefer Nastenka’nın hikâyesini dinlemek üzere sözleşirler. İkinci dün, akşam tekrar buluşurlar ve kız hikâyesini anlatmaya başlar. Nastenka, erken yaşta annesini ve babasını kaybetmesi yüzünden ninesi ile yaşamaktadır. Nine kördür ve Nastenka’da yaramaz bir genç kızdır bu yüzden ninesi onu kontrol etmek için onu kendi eteği ile iğnelemiştir. Böylece kız hiçbir zaman yanından ayrılmayacak ve yaramazlık yapamayacaktır. Nine’nin maaşı ikisine yetmemesi yaşadıkları evin tavan arasını kiralamalarına sebep olur. Tavan arasını, taşralı, orta yaşlı ve yakışıklı bir adam kiralar. Nastenka adamı bu hayattan kurtulmak için bir araç olarak düşünür ve ona âşık olur. Ancak taşralının bir seneliğine Moskova’ya gitmesi gerekir ancak kıza geri dönünce evlenme sözü vermiştir. Taşralı gideli bir sene olduğu ve kıza hiçbir haber vermediği için kızın nehir kenarında ağladığını öğrenince, yazar kızdan adama mektup yazmasını önerir. Kız mektup yazar ve yazara verilen adrese teslim etmesi için verir. Yazar mektubu teslim eder, ancak iki gün boyunca yanıt gelmez. Kız daha önce havanın yağışlı olduğu durumlarda dışarı çıkamayacağını söylemiştir ve bu iki gün boyunca buluşmazlar.

                İki gün sonra tekrar, üçüncü kez gece buluşurlar. Kız hiçbir yanıt gelmemesinden dolayı çok üzgündür ve yazarda artık onu sakinleştiremiyordur. Bu geçen süre boyunca kıza âşık olan yazar dayanamaz ve aşkını kıza ilan eder. Kız yanıt gelmemesinden ötürü, taşralının onun aşkını hak etmediğini düşünür ve bari kendisini seven biriyle mutlu olmak için kendisi de yazardan hoşlandığını söyler. İkili mutluluk içerisinde, kol kola, Petersburg sokaklarında gezerken birden karşılarına taşralı çıkar. Nastenka büyük bir heyecan ve mutlulukla, yazarın kollarından taşralıya koşar ve birlikte gözden kaybolurlar.

                Ertesi gün Nastenka yazara bir mektup yazar. Yazardan özür diler. Taşralı ile evleneceğini ve onunla tanışmasını istediğini söyler. Yazar çok öfkeli olsa da Nastenka’ya ona yaşattığı bu beş günlük heyecandan ve duygulardan dolayı kızamaz. Çünkü hayatında ilk kez yazar yalnız değildir ve bir kadına âşık olmuştur.

Karakterler:

Ana Karakterler
Yazar: Dokuz yıldır yalnız başına Petersburg’da yaşayan, sürekli şehirde kendine seçtiği gözden uzak yerlere gidip hayal kuran, çok para kazanamayan ve temizlikçisi Matriyona haricinde çevresinde kimse yoktur. Yirmi yedi yaşındadır.

Nastenka: Annesi ve babasının erken ölümü ile ninesi ile yaşamak zorunda kalan, en yakın arkadaşının taşınması ile yalnız kalmıştır. Taşralı kiracıya âşık olur. Onu Moskova’ya gitmesine karşın ona bir sene sonra dönüp evlenme sözü vermiştir. Böylece, kız onu bekleyerek yaşamını sürer. On yedi yaşındadır.

Yan Karakterler
Kiracı: Kıza kiracı olduğu sürede ninesine okuması için sürekli kitap yollamış ve onları sık sık operaya götürmüştür. İş sebebi ile Moskova’ya gitmiş ve Nastenka’ya evlenme sözü vermiştir.

Matriyona (yazarın hizmetçisi): Evi özelliklede tavandaki örümcek ağlarını iyi süpürmeyen genç kadın. Yazarın uzun süre konuştuğu ve yanında olan tek kişidir.

Nastenka’nın Ninesi: Kördür. Nastenka’nın yaramazlıkları yüzünden onun dizinin dibinden ayrılmaması için eteklerinden kendi eteğine iğne ile bağlamıştır. Operayı sever, özellikle de gençken kendisinin de oynadığı “Sevil Berberi” oyununu.

Zaman ve Mekân
                Hikâye 19. Yüzyılın başlarında Rusya’nın St. Petersburg kentinde geçmektedir. Yazar hikâyeye şehrin genel zamanından bahsederek başlar ancak hikâye yaz mevsiminde geçmektedir. Yaz mevsimi olması yüzünden şehirde ki insanlar yazlıklara gitmişlerdir. Böylece şehirde çok az kişi yaşamaktadır.

Mekân:

  •  Nehir: Yazar ve Nastenka’nın buluştukları yerdir.
  •  Ormanlık alan ve kırlar: Yazarın dinlendiği ve hayaller kurmasını sağladığı yerdir.
  • Nastenka’nın Evi: Nastenka ve ninesini yaşadığı ve dışarıdan hizmetçileri haricinde bir tek taşralının girdiği yerdir.
  •  Yazarın Evi: Yazarın yaşadığı evdir. Yazar genelde evde mutlu olmadığı ve onu sıkıştırdığı için sıkça dışarı çıkar.
  •  Şehirde ki evler: Yazarın dikkatini renkleri ve mimarisi ile çekmiş olan binalardır. Yazar şehirde gündelik turlarında onlarla “arkadaş” olmuş ve onlarla adeta iletişim kurmaktadır.

Zaman: Aydınlık geceler yazarın kız ile buluştuğu vakitlerdir. Yazar bu geceleri “Beyaz Geceler” olarak adlandırmaktadır. Gündüzler ise normal rutin işlerin yapıldığı vakittir. Yazar için ise gündüzler, Nastenka ile buluşmayı beklediği ve hemen geçmesi gereken dilimdir.
(Yağmurlu geceler kız ile buluşamadığı için “karanlık geceler” olarak adlandırır. Ayrıca yağmurlu ve karanlık gündüzler gibi karamsarlık ve hüznü sembolize eder.)

Yazar ve Roman: Dostoyevski, bu romanında ki karakterler kendisinden izler taşımaktadır. Yazar karakteri yani bize hikâyeyi anlatan ama adını söylemeyen karakter, Dostoyevski’nin bu romanı yazdığı yaş olan yirmi yedisindedir, o da bu yaşlarda Petersburg’da yaşamaktadır (tıpkı yazar gibi o da dokuz yıldır St. Petersburg’dadır) ve o da yalnızlık içerisinde hayaller kurar. Bu sebeple yazar karakteri aslında Dostoyevski’dir ve anlattığı hikâyede; bekli de hayalini kurduğu ya da yaşadığı bir olaydan alınmıştır. Ayrıca, Nastenka karakteri de tıpkı kendisi gibi on yedi yaşına geldiğinde anne ve babasını yanında yoktur çünkü onları çocuk iken ölmüştür.

Dil ve Anlatım: Yazar hem betimleyici hem de önyükleyici anlatımı kullanmıştır. Hikâyeyi yazar, birinci kişi ağzından anlatmıştır. Yazar yalın bir dil kullanmıştır.

Roman Türü: Romantik

Romanın Konusu ve Teması: Roman yaşadığı dönemin etkisi alında kalmadan yazılmıştır. Petersburg’un 19. Yüzyıldaki inşalarının gündelik hayatlarını sadece yazları yazlıklara taşınmalara olarak dile getiren Dostoyevski, genel olarak karakterlerin (özellikle anlatıcı olan yazarın) duygu ve düşünce dünyasını anlatmaktadır.

Yazar: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (11 Kasım 1821-9 Şubat 1881), Moskova’da doğmuştur. Babası doktordur. On dört yaşında annesini kaybetmiştir. St. Petersburg’da mühendislik okulunu kazandı ancak bir yıl sonrada babasının ölüm haberini aldığında on altı yaşında idi. Askeri mühendis olarak mezun oldu. Mühendisliği uzun sürmedi ve 1944’de istifa ederek yazarlığa başladı. Yazarın ilk eseri, 1846 yılında yayımlanan “İnsancıklar” adlı romanıydı. Bu kısa roman, yazarın beklediği ilgiyi göremese de Dostoyevski’nin ilk kitabı olması nedeniyle bu eser, Dostoyevski kitapları arasında büyük bir öneme sahiptir. Rusya’da o dönemde yaşanan Çarlık rejimi baskısına karşı yükselen direniş sesleri hâkimdi ve Dostoyevski bir takım olaylara karıştığı düşünülerek tutuklandı ve hapse gönderildi; idamın kıyısından döndü ve Sibirya’ya sürgün edilen Rus yazarları arasına girdi. Bu dönem, yazarın edebî anlamda en önemli dönemiydi. Sürgün edilişi ve ölümün soğuk ve karanlık dokunuşundan son anda kurtulması, insanın kalbinin derinliklerine işleyen o değerli cümlelerin ve başyapıtların yazılmasına neden oldu. Cezaevi ve sürgün yıllarının ardından er rütbesiyle yeniden askerî kimliğine bürünen Dostoyevski, zamanla Subay rütbesine erişti. 1857 yılında Mariya Dmitriyevna İsayeva ile evlendi. Petersburg’a yerleşen yazar, burada Ezilenler’i ve Ölü Evinden Anılar’ı yazdı. Geçirdiği zor yıllar, sara nöbetleri, kumar bağımlılığı ve borç batağı yazarın son dönemlerinde yazdığı bir çok romanda kendisini hissettirmekteydi ve yazar, Dünya klasikleri arasında da başyapıtlar olarak adlandırılan Yeraltından Notlar (1864), Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1866), Budala (1868) ve Ecinniler (1872)’i bu dönemde yazdı. Dostoyevski’nin sözlerinden biri olan “Hepimiz Gogol’un Pablo’sundan çıktık.” özdeyişi, realist roman türünün kökenini Rus toplumsal gerçekçi ve güldürü yazarı Gogol’un Palto adlı kısa öyküsüne dayandırmaktaydı. Dostoyevski, 1879’da Karamazov Kardeşleri yazdıktan üç sene sonra hayatını kaybetti. Cenazesinde on binlerce insan onunla birlikteydi. Dostoyevski, realizmin, psikolojik romanın ve felsefî nihilizmin öncülerindendi ve birçok sanatçıyı ve düşünürü etkiledi. Ardından gelen kuşakların ve günümüzün okurları, düşünürleri ve yazarları hâlen tabutu ardından yürüyenler gibi takip etmektedir onu.(Kaynakça:İdefix-idefix.com/Yazar/fyodor-mihailovic-dostoyevski/s=7112)


Roman Hakkında Duygu ve Düşünceler: Hikâye, yazar Dostoyevski’nin adeta kendi yarattığı bir hayal üzerinden; “yazarın” yaşadıklarını duygu ve hayal dünyasını sunması ile sürükleyici ve okuyucuyu da hikâyeyi okurken kendini yazar gibi hissetme fırsatı verem bir romandır. Hikayenin ana karakteri olan ve bize birinci ağızdan başından geçenleri anlatan "yazar" diye tanımladığımız karakterin birçok anlamda Dostoyevski ile olan bağlantıları (yukarıda yazar ve roman bölümünde anlattığım gibi) bize yazarın aslında Dostoyevski'den başka biri olmadığını düşünmemizi sağlıyor. Hikayenin duygusunu yazarın, günün zaman dilimlerine verdiği anlamlar sayesinde açıklayabiliriz. "Beyaz geceler" adı yazarın Nastenka ile tanıştığı ve ardından onunla buluştukları geceleri sembolize ediyor. Yağmurlu havalar ise hüznü ve karamsarlığı sembolize ederken, bu günlerde yazarın Nastenka ile buluşamadığı gecelerde yağmur yağmasından ve Nastenka!nın yazara yazdığı mektubu yağmurlu bir günde okuması (mektupta yazanlardan dolayı çok üzülmesi ve adeta bunların olacağını tahmin etmesi ) karamsarlık ve hüznü anlatıyor. Karakterler (Nastenka ve yazar) hikaye içerisinde sıklıkla kendi yalnızlıklarından başkaları sayesinde kurtulacaklarına inanıyor. Nastenka için bu kurtuluş aynı zaman özgürlüğünü kazanacağı vakit olarak yansıtılırken, yazar içinse fikirlerini ve hayallerini biriyle baylaşarak onları özgürleşmesini gösteriyor. Yazarın çevresindeki bazı nesneler ise onun başından geçenleri yada zaman içerisinde gerçekleşen olayların kendisi üzerindeki etkiyi anlatıyor. Yazar hikayede binaların ve evlerin dostları olarak görürken; Nastenka sonrası binalar veya çevrilmesindeki başka bir nesneden bahsetmiyor. Bu da yalnızlığının simgesi olarak gösterilebilir. Öte yandan evinin tavanındaki örümcek ağları yazarın zihninde canlandırdığı havayı simgeliyor. Hikayenin başında yazarın hayalleri ve duygusu (aşk), hikayenin sonunda ki mektup ile yok olduğunda, hizmetçisinin tavandaki ağları uzun bir aradan sonra temizlemesi gibi temizleniyor ve yeni duygular ve fikirler için (yani yeni örümcek ağları için) en başa geri dönüyor.

18 Nisan 2017 Salı

LIT210-Sınıf Arkadaşı Betimlemesi

                Kar yağışı yüzünden kapalı ve gri bir hava vardı. Sınıfın içine giren gri ışıklar duvarın yanındaki sıraya oturan Cem'e vuruyor ve gölgesini duvara yansıtıyordu. Cem, kahverengi saçı ve sakalı birbirine karışmış hafif tombul, beyaz yüzlü biriydi. Üzerinde lacivert kapüşonlu, kırmızı bir kazak vardı. Oturduğu sandalyenin üzerinde ise asmış olduğu mavi kalın bir mont vardı. Öne eğilmiş, telaşla ikiye katlamış olduğu beyaz kâğıda bir şeyler yazıyordu. Yazı yazarken kolunun hareketi yüzünden sırtı sık sık montuna çarpıyor ve kalın monttan hışırtılar çıkmasına sebep oluyordu. Ancak bu sesler Cem’i rahatsız etmiyor olacak ki montunu yanında duran boş sıraya koymuyor, yazmaya devam ediyordu. Cem disiplinli biriydi ve hiçbir ses veya eşya onu yazarken rahatsız edemez, dikkatini dağıtamazdı. Sırf bu sebeple sınıfta tek başına oturan tek kişiydi.

17 Nisan 2017 Pazartesi

LIT210-Edgar Allan Poe’nun “Gammaz Yürek” adlı hikayesindeki, Yaşlı Adamın gözünden yaşananlar

Edgar Allan Poe’nun “Gammaz Yürek” adlı hikayesindeki yaşlı adamın gözünden yaşananlar:


                Her zamanki gibi akşam olmuş ve yatağıma yatmış uyuyordum. Ancak gecenin yarısında gelen bir sesle aniden korkuyla uyandım. Ev kapkaraydı hiçbir şey görünmüyordu, tıpkı kör gibiydim. Bu karanlığın sebebi, hırsızlardan korktuğum için her gece kapattığım panjurlardı. Yaşlıydım ve bir hırsıza karşı koymak için yetersizdim bu yüzden hırsızlardan korkardım. Sesi çıkartan eğer hırsız ise uyandığımı duyup kaçsın diye “Kim var orada ?” diye bağırdım. Zifiri karanlık sesime yanıt vermiyor ve beni daha da heyecanlandırıyordu. Kalp atışım artıyordu. Bahaneler buluyordum kendime; bacadaki rüzgar sesi olabilirdi bu ses, ya da fare sesi veya cır cır böceği cırıltısı. Bu bahaneler kalbimin atışını yavaşlatmak içindi çünkü heyecandan her geçen dakika kalbim yerinden çıkmak için sanki daha da hızlanıyordu. Bir anda gözüme bir ışık çarptı, doğrudan gözüme gelen bir ışık. Bir anda zamanımın dolduğunu ve artık öleceğimi düşündüm. Dediğim gibi yaşlıydım ver artık ölüm daha da yakınımdaydı. Ancak şuanda emindim sürem dolmuştu. Işık bir anda arttı ve oda aydınlandı. Bir anda üzerime, canımı almaya gelen insan görünümlü bir karanlık hızlıca yaklaştı. Azrail olduğunu düşündüm ve bir anda korku ile bir çığlık attım. Bu çığlık Azrail’i durdurmadı ve bir anda kendimi yerde buldum. Yerdeydim, üzerimde bir ağırlık vardı ve canım acıyordu. Bu ağırlık ölümümün ağırlığı olmalıydı, çünkü kalbim artık atmıyordu.

LIT210-Tablo Betimlemesi

(William Frederick Yeames’in “For the Poor” adlı tablosu)

Soğuk ve karlı bir kış gününde, iki rahibe yoksullara yiyecek toplamak için büyük bir kızak ile kasabadaki evlerin kapısını çalıyordu. Tahta parçaları ve kapının yanında duran süpürgeden de anlaşılacağı üzere, kasabadaki evlerden birinin arka kapısını çalmışlardı. Onları elinde bir tepsi ekmek bulunan, hizmetçi kıyafetli iri bir kadın karşıladı. Kapıyı çalan rahibe ise fakirlere yardım topladığını söyleyerek, yardım etmeleri için onlara elindeki çuvalı uzattı. Evin hizmetçisi olan bu kadın ise sıcaklığı ve mis gibi kokusu ile muhtemelen fırından yeni çıkardığı ekmeklerden birkaçını elindeki büyük tepsiden tabak yardımı ile rahibenin elinde tuttuğu çuvalın içine koydu. Bu esnada evin iri hizmetçisinin arkasında, ondan kısa olduğu için parmaklarının ucuna basarak olan biteni seyretmeye çalışan bir kız belirdi. Muhtemelen hizmetçinin kızıydı, çünkü tıpkı iri hizmetçi gibi kızıl saçları ve hizmetçinin neredeyse kopyası olan yüz hatlarına sahipti. Kız rahibelerin ne istediğine ve ne yaptıklarını anlamaya çalışırken, taşıdıkları kızak dikkatini çekmişti. Kızakta birçok kış sebzesi, içinde muhtemelen çorba olan bir kazan ve ekmek dolu bir çuval vardı. Yoldaki izler ve kızağın doluluğu bu eve gelmeden önce başka evlere de rahibelerin uğradığını gösteriyordu. Bütün bu olaylar gerçekleşirken soğuktan ve yorgunluktan bitap düşmüş kızağın başında duran diğer rahibe ise soluklanırken, hizmetçi ve arkasındaki kıza bakıyordu. Hava soğuktu ve uğrayacakları daha çok ev vardı, ancak bu çilenin hepsi ekmek bile alamayacak fakirler içindi.